22 Aralık 2017
Sayı: KB 2017/49

Devrimci sınıf hareketi!
AKP çürüyen sistemin aynadaki yüzüdür!
Siyasal İslam’ın Filistin riyası
AKP-cemaat kavgası ve “FETÖ’yle mücadele” demagojisi
Metal’de son viraj
Her yönüyle güçlü bir Mesleki Eğitim Kurultayı için...
Devrimci sınıf sendikacılığı!
Taşeron köleliği ve AKP’nin yalanları
“İstihdam Şurası” ve istikrarlı sahtekarlık
Sendika düşmanı Sumitomo’nun şeceresi!
Emperyalist sömürgecilerin yarattığı devlet: İsrail
Filistin’de tarihsel kuşatma
Güney Kürdistan’da maaş eylemleri ve çatışmalar
İşçi ve emekçi kadınlar hakkı olanı istemelidir!
Burjuva kadın, işçi kadının dostu olabilir mi?
Kadın bedeninin cinsel bir metaya dönüştürülmesine karşı mücadeleye!
Mesleki Eğitim Kurultayı hazırlıkları devam ediyor
Darbeye giden yolda kanlı bir katliam: Maraş!
Roboski Katliamı 6 senedir Kürtçe ağıtlarda!
Hoşçakal Hüseyin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Filistin’de tarihsel kuşatma

C. El Hayek

 

Emperyalistler arası hegemonya mücadelesi sertleşirken, Ortadoğu bu mücadelenin merkezinde durmaya devam ediyor. Suriye, Irak ve Yemen’de gelinen noktada, ABD-Suud-İsrail cephesinin Rusya-İran ittifakı karşısında inisiyatif kaybı yaşadığı görülüyor. Bu tablo özellikle Suriye ve Irak açısından daha netken, Suudi Arabistan’ın Yemen eski başbakanı Salih ile ittifakı ve direnişi içeriden bölme hamlesinin boşa düşmesiyle, çatışmaların seyrinin Husilerin lehine döndüğü de söylenebilir. Başını Suudilerin çektiği ve on ülkenin dahil olduğu koalisyonun Yemen’de hiçbir dayanağı kalmadı.

Suriye ve Irak’ta hesapları tutmayan ABD’nin Yemen’e ilgi göstermesi beklenebilir. Zira Trump’ın Kudüs hamlesi eşliğinde, Riyad’a fırlatılan füzenin canlı yayında sergilenip İran yapımı olduğunun iddia edilmesi, İran’a yönelik tehditlerin artması, önümüzdeki günlerde Yemen’de çatışmaların sertleşeceğini gösteriyor. Husiler bunun, Kudüs üzerinde yoğunlaşan dikkatleri dağıtmayı hedefleyen bir oyun olduğunu ifade ettiler. Olayın bir yönü bu olsa da, emperyalistlerin Yemen hesabını kolay kapatmayacağı açık.

Böyle bir tabloda Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ederek, Ortadoğu’nun sinir uçlarına dokunma cüreti sergiledi. Şüphesiz bu Trump’ın kişisel meselesi değil, ABD emperyalizminin Ortadoğu politikasının sürekliliğini gösteriyor. Zira bu karar 1995 yılında alınmıştı, gündeme girmesi 2017’yi buldu. Bugünkü Ortadoğu koşullarının, ABD açısından bu hamleyi gerçekleştirmek için uygun olduğunu söylemek mümkün. Zira Ortadoğu’da bugüne kadar İsrail ile ittifak ve Filistin davasını tasfiye etmeye çalışmak bu kadar açıktan yapılmamıştı.

Yedi yıllık Suriye savaşına bakmak bu tabloyu aydınlatacaktır. 2003’te ABD’nin Irak işgaline karşı çıkan bölge ülkeleri Suriye’ye müdahale için adeta yalvardılar. Suriye’de cihatçı terör eğitilip-donatılırken, İsrail ile beraber Ortadoğu NATO’su kurma hayaliyle ABD’ye yüz milyarlarca dolar rüşvet verildi. Filistin direnişini iyi kötü savunan (kuşkusuz kendi çıkarları doğrultusunda) İran ve Suriye gibi ülkeler hedef tahtasına çakıldı. Hizbullah ve Hamas terörist ilan edildi.

Balfour Deklarasyonu’nun 100. yılında alınan Kudüs kararı, ABD’nin Ortadoğu’daki işbirlikçileriyle beraber Filistin direnişini tasfiye etmek istemesi anlamına geliyor. Bu da Filistin davasında yeni bir aşamaya geçildiğini gösteriyor.

Emperyalist-siyonistler için birinci aşama, ‘67 savaşından sonra, Birleşmiş Milletler’in 242 sayılı kararı ile, “toprak karşılığında barış” olarak formüle edilmişti. İsrail zaten kendisine ait olmayan topraklardan çekilmek karşılığında meşru bir zemine oturtulmuş olacaktı. “Toprak karşılığında barış” Camp David antlaşmasıyla gerçekleştirildi. Enver Sedat döneminde Mısır ile Sina Yarımadası karşılığında barış imzalandı. Arap ülkeleri içerisindeki İsrail karşıtlığı Mısır’ın teslim alınmasıyla zedelenmiş oldu.

İkinci aşama Oslo süreciyle başladı. Bu, intifadayı bastıramayan İsrail için “toprak karşılığında güvenlik” aşamasıydı. İntifadanın bitirilmesi karşılığında 1967 sınırları içinde Filistin Özerk Yönetimi vaadedilerek, Tunus’ta bulunan FKÖ ile masaya oturuldu.

Yedi yıllık Oslo süreciyle İsrail’e hem toprak hem de güvenlik sağlanmıştı. İsrail yerleşim birimleri oluşturarak Filistin’i işgal etmeye devam etti, hem de “güvenlikli” bir şekilde. Arafat ise kağıt üzerinde kalan bir özerklik karşılığında direnişi sattı.

2002 yılında Lübnan’da geçekleştirilen Arap zirvesinde Suudi barış planı ele alındı. Buna göre, 1967 sınırları içerisinde kurulacak Filistin devleti karşılığında Arap-İsrail ilişkileri normalleşecekti. Yani Suudiler tarafından Filistin direnişinin tasfiyesi karşılığında İsrail ile normalleşme vaat ediliyordu. Buna, ne yıllarca Oslo görüşmeleriyle aldatılan Filistinliler ikna oldu, ne de İsrail yanaştı. İsrail’e koşulsuz teslimiyet dışında hiçbir öneri heyecan vermiyordu. Siyonistler uluslararası hukuk ve anlaşmaları takmadan işgale devam ettiler.

Gelinen aşamada, başta Suudiler olmak üzere Körfez cephesi ya da “Sünni blok”, Filistin direnişinin tasfiyesi karşılığında, İran’ın öncülüğünü yaptığı “direniş ekseni”ne karşı İsrail ile açık ittifaka yönelmiştir. Zira Körfez şeyhleri için Ortadoğu’da İsrail değil İran bir sorundur. ABD’nin Ortadoğu’da sarsılan egemenliğinin tekrar sağlanması ve İsrail’in rahatlatılması için de “direniş ekseni”nin geriletilmesi gerekmektedir. Böylece düne kadar ağızlarına almaktan çekindikleri İsrail ile işbirliği, bugün Körfez şeyhleri için “direniş ekseni” karşısında “kutsal” bir ittifaka dönüşmektedir. Filistin direnişi bu ittifak önünde tasfiye edilmesi gereken bir ayak bağıdır. Öyle ki, Suud prensi Salman Filistin yönetimi lideri Abbas’ı, “geri dönüşü unutun ve kayıtsız şartsız teslim olun” diyerek tehdit edebilmektedir.

Filistin halkı teslimiyetçi önderliklere rağmen direniş yolunu tutmaktadır. Zira birinci ve ikinci intifadayı yaratan koşullar Filistin’de ve tüm Ortadoğu’da daha da ağırlaşmış durumdadır. Ancak, on yıllardır hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan bu mazlum halkın hâlâ da devrimci bir önderlikten yoksun olması, sürekli sokak ile masa arasında kısır bir döngü içinde enerjisini heba etmesine yol açmaktadır. Bir direniş örgütü iken Oslo ile diplomasiye yönelen el-Fetih’i teslimiyete götüren koşullar ve izlediği çizgi ile İslami söylemlerle süslenmiş Hamas’ın çizgisi çok farklı değildir. FKÖ Oslo’da ‘67 sınırlarını kabul ederek tarihsel Filistin’i bir yana bıraktı. Hamas’ın geçtiğimiz aylarda yayınladığı yeni siyaset belgesi de, ‘67 sınırlarını kabul ediyordu. Teslim olan Fetih ile Fetihleşen Hamas, Filistin “önderliğini” özetlemektedir.

Bugün Filistin halkı boğucu bir kuşatmayla yüz yüzedir. Hizbullah’ın yaptığı silahlı ittifak çağrısının Filistin Halk Kurtuluş Cephesi tarafından olumlu karşılanması, Hamas’ın bağlı olduğu Müslüman Kardeşler projesinin çökmesiyle Hizbullah’a yakınlaşması, Filistin direnişinin kısa vadede nefes almasını sağlayabilir. Fakat kalıcı çözüm için Filistin’de devrimci bir önderlik ve bölge halklarıyla emperyalizme ve Siyonizme karşı devrimci kader birliğini örmek şarttır.

 
§